Datça’da bulutların dağlara, toprağın denize, rüzgarların teknelerin beline sarılması gibi Datça’nın insanı da doğaya sarılır aşkla. Bu aşkın gücüne dayanamaz bademler, açıverir çiçeklerini. Çünkü önümüz bahardır, önümüz aydınlıktır, berekettir. Sabırsız çiçekleri selamlar dünyayı ve insanı emekten, güzellikten, kardeşlikten yana olan. Kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla bir araya gelir insanlar, gönüllerde de açar badem çiçekleri. Balıkaşıran’dan Knidos’a kadar köyler şöyle bir silkinir, türküler söylenir, kol kola girilir, oyunlar oynanır. Yüz yaşında nineler doğrulur, maniler söyler toprağa, doğaya, bademe dair, çiftçi tarlasına adımını atar, kadınların yanakları pembeleşir, çocukların daha bir kanı kaynar. Yarımada şenlenir, bir curcuna başlar.
Mavi yolculukların gözde rotası…
Datça merkezde gün boyu gönül rahatlığıyla denize girebilirsiniz. Eğer başka yer diye tutturursanız, yarımadadaki koylara günlük turlar düzenleyen teknelerin kalktığı küçük limana uğramanız gerekiyor. Bu turların durakları, bizim zaten tavsiye edeceğimiz doğal harikalar; İnce Burun, Dilek Mağarası, Domuz Çukuru, Hayıtbükü, Kargı, Hurmalı Bük, Dişlice Adası ve Dimitri Koyu…
Eski Datça
Bir zamanlar Reşadiye Yarımadası’nın kalbi olan Eski Datça, bugün ilçenin bir mahallesi gibi. Tek ya da çift katlı taş evlerden oluşan Eski Datça’da kapı önlerini dev begonviller süslüyor. Büyük Şair Can Yücel’in evi ve adının verildiği sokak da burada. Küçük bir meydana açılan Arnavut kaldırımı sokaklarsa konuklarına Akdeniz sıcaklığını hissettiriyor. Buradan başlayarak civar köyleri gezmeye başladığınızda yolunuza küçük köy kahveleri çıkacak. Mavi pervazlı ve huzur dolu…
Antik Dönem… Knidos
Datça’dan Knidos’a doğru yola çıktığınızda bük adı verilen koylar, önünüzde peş peşe sıralanıyor. Yemyeşil tepeler arasında masmavi birer nazar boncuğunu andıran koyların bazılarına sadece deniz yoluyla ulaşılabiliyor. Ege ve Akdeniz’i buluşturan yarımadayı zarif bir dantel gibi sarmalayan kıyılar, rutubetsiz havası ve turkuaz deniziyle tanınıyor. Yöre sakinleri ise sizden bir dost selamını esirgemiyor.
Eski adı Stadia olan Datça’nın tarihi M.Ö. 2000’lere uzanıyor. Burada bilinen ilk yerli halk Karlar. Dorlar ve Romalılar, önceden bugünkü Datça’nın merkezinde yer alan Knidos kentini ticari nedenlerle yarımadanın uç noktasına taşımış ve çok sayıda tapınak yapmışlar. Knidos antik kentinin kalıntıları Datça’nın en önemli ama en zor ulaşılan güzelliklerinden. Döneminin bilim, sanat ve mimarlık merkezi olan bu kentte önemli isimler yetişmiş. Tarihin ikinci büyük tıp okulu da Knidos’ta açılmış.
Yaka Köyü, Datça Yarımadası’nın batı ucundaki Knidos’tan önceki son yerleşim. Buradaki yol üstü kahveleri ise dinginliğe açılan birer kapı gibi. Bademli incir tatlısının tadına baktıysanız, Knidos size kucak açmaya hazırdır artık. Burada denizin kıyısına oturup yanaşan tekneleri izlemek bile insanı mutlu etmeye yetiyor. Çünkü Knidos antik bir yerleşimin ötesinde, ziyaretçilerine unutulmaz anlar sunuyor.
Bal, bedem, kekik…
Bal, badem ve kekik Datça’nın öne çıkan üç lezzeti. Buradaki badem dünyanın en iyisi kabul ediliyor. Datça’da yol alırken pek çok kovana rastlayabilirsiniz. Bölge kekik cenneti, kekik balı da balların en değerlisi.
İki tercih: Palamutbükü
Şimdi bahsettiğimiz o koylara/büklere uzanalım biraz. Datça’ya 25 km uzaklıktaki Palamutbükü, yarımadada denize girebileceğiniz en güzel büklerden biri. Her tür su sporunu da yapabileceğiniz bütün çakıl taşlarıyla dolu uzun bir plajı ve masmavi ama soğuk bir denizi var. Yoldaki Yaka Köyü, başka sürprizler çıkarıyor karşınıza. Uluslararası Knidos Kültür ve sanat Akademisi gibi. her yıl 20-25 sanatçı gelip eserler üretiyormuş burada. Aynı yolda kekik, badem, bal veya yörenin en güzel otlarından bal kaymak satan tezgahlar var.
Hele bir yola düşün; Datça zaten tüm bu güzellikleriyle sizi kendisine çekiyor…